19 Aralık 2011

gitmek

02.11.2011 istanbul, türkiye
-bavullar hazır Lindie. gidebiliriz artık.
-Linfred! bu mu senin bavulları hazırlaman?
-ne bekliyordun ki benden?
-valizleri pencereye özenle yerleştirmeni beklemiyordum.
-hazırla demiştin oysa ki?
-gitmek için hazırla demiştim, kalmak için değil.
-bilmiyordum.
-Linfred, bir şey soracağım sana. beni iyi dinle. aç kulaklarını. her sözümü iyice anla. hazır mısın?
-evet dinliyorum.
-bir insan sana bavulları hazırlamanı söylediğinde içine bazı eşyalar koymanı söylemek ister aslında değil mi?
-evet.
-çünkü içine koyulan eşyalar bir yere götürülmek için bir çantaya ihtiyaç duymaktadırlar.
-evet.
-bunun için de bavullar vardır.
-haliyle.
-bu bavulların bir yere götürülmesi gerekmektedir değil mi?
-evet.
-peki sorabilir miyim sana, bir yere götürülmek üzere içine birkaç kıyafet konulması adet olan ve kapının önünde durması gereken bir iki bavul yerine, niçin içi boş -ki bunu hiçbir kıyafetinin çekmecelerden ve dolaplardan çıkarılmamış olduğunu net olarak görebildiğim için söylüyorum zira sen bir parça giysi için bile tüm dolabı al aşağı edecek kadar düzensiz, özensiz, kararsız ve beceriksiz birisin, ve bazıları bizim olmayan -ki bu sol alttaki yeşil bavulun Carlen'ın olduğunu bilmemden ötürü bize ait olmayan bavulların Carlen'a ve diğer komşulara ait olduğunu anlamak zor değil, bu valizler pencereye tıkılmış halde durmaktalar? bir de nedir bu düzen kuzum?
-...
-üstelik ne demektir "gidebiliriz artık." bu evden sadece sen ayrılıyorsun Linfred. ben burada kalıyorum. çocuklarım, anılarım ve mutsuzluğumla. sen gidiyorsun! sen defolup gidiyorsun buradan.
-...
-şimdi çok merak ediyorum işte. sen! beni anlayabildin mi?
-sağ altta üst üste duran dört tahta bavulu ve onların hemen solunda duranı bodrumdan çıkardım. çok tozlulardı; sildim, temizledim.
-sen, sen beni duymuyorsun.
-sol alttakini ikinci el eşya satan bir dükkandan aldım. fahiş fiyata hem de! Carlen'ın yeşil bavulunun hemen yanındaki siyahı ve hemen üstündeki iki yatay kahverengi bavulu kilerden buldum; evlenirken almıştık. hatırladın mı? ah! ne de eskiler. baksana ne kadar eski gülümsüyorlar!
-hatırladım.
-onların sağında duran ve onun üstündeki tahta bavul dedemin babasından hatıra. 1903'te almış, içine büyükannemin annesi eliyle işlemiş tarihi. babam anlatırdı hep onu. iğne iplikle tarih yazmak, garip olsa gerek.
-...
-üstten geçen siyah borunun altında görünen mavi renkli, bantlarla yapıştırılmış bavulu hatırlayamadım. evlendiğimizde vardı zaten. sen getirmiştin onu eve. hikayesini bilmiyorum; hiç sormamışım sana. sana dair bilmediğim şeyler olması ne garip. o mavinin altında bir siyah; onun da altında dikey duran bir haki var. o ikisi kızlarımız Magan ve Viheke'ye ait. sahi nerede onlar?
-Linfred...
-efendim?
-gitme.
-peki.


Melancholy Man by Moody Blues on Grooveshark

sıra

24.11.2011 istanbul, türkiye 
-sıraya geç.
-hepsi tamam.
-neye boyadın?
-siyah sepya.
-kaç taneler?
-saydım 26.
-emin misin?
-tahmin sadece.
...
-kelimeleri ver.
-kalmadı heybede.
...
-neden iki?
-meydan okuyoruz.
-sayı kesin mi?
-kim bilir.
...
-neye, neden?
-neden sıra?
-buradan başlayalım.
-mantıklı olanı.
-üçüncü net.
-öne çıkmış.
-biraz ukala.
...
-dua ettin.
-duymuş muydun?
-hangi tanrıya?
-seninkine değil.
-hiç inanmam?
-bana, tanrıya?
-sana elbette.
-üçüncü imanlı.
-sense terbiyesiz?
-nedendir ki?
-inanç onun.
-sadece takdir.
-sana kalmaz.
-özür dilerim.
-arkalar imansız.
-bak yine.
-kategoriler iyidir.
-sundum küfürlerimi.
-kafirin çeşmesi!
-hakaretinden içerim.
-zıkkım iç.
...
-eksik saymışsın.
-tahmin dedim.
-gölgeler karışmış.
-sen karışma.
-ben karmakarışığım.
-karmanın sonucu.
-kararmasın da.
-başka istemez.
-eh tamamla.
...
-içtin mi?
-kanım sepya.
-gölge derin.
-siyah saçlarım.
-çerçeveli gözlüklerin.
-tatlı raflarım.
-yanlış saymışsın.
-aklımı aldın.
...
-karşı durmuş.
-kesen duvar.
-şaşırmadın sen?
-e karşı.
-ama durmuş.
-durmamış, kavuşmuş.
-keserek kavuşmuş.
-hay yaşa.
...
-nerede tanrın?
-ah neden?
-güzel mi?
-seninkinden güzel.
-aşkın, tanrın?
-ikisi de.
-zehirlendin mi?
-o kadar içmedim.
-sepya iyidir.
-kan sepyadır.
-aksa damardan.
-sepya aşkına.
-aşkına aşık.
...


-kelimeleri ver.
-kalmadı heybede.
...
-gel içelim.
-zıkkım içelim.

8 Aralık 2011

uykucu

25.11.2011 istanbul, türkiye
I Know What You Are by Oi Va Voi on Grooveshark


… sonra kapattı gözlerini gerçekliğe. sanıyordu ki uyuduğunda hiç kimse onu göremeyecekti; kimse onun varlığından haberdar olamayacaktı. kendi var oluşunu reddetmekti bu. insan benliğini reddedince herkes onu unuttu sanır. sanılarına güvenmekle hata etmez kişi çoğu zaman zira bu, hayatta kalabilmek için kaçılacak son mağaradır.

sen kendini kendinden silince, başkalarının hafızalarından da mı siliniyorsun sandın, ha? uyuduğunda ya da dersini verir gibi sahtekarlığın, sadece gözlerini kapatıp uyuyormuş gibi yaptığında, aklına gelivermez bir türlü devekuşu hikayesi, ah! ünlemlerini saklamadın sen hiç kimseden, neden? soru işaretlerinle mi anlattın rüyalarını, sahte rüyalarını, inanmadığımız rüyalarını, aslında görmediğin rüyalarını, gözlerini kapatıp hayal ettiklerini? senin rüyaların hayallerinle karışmış olmasın kız?

seninle konuşmak işlevsiz, uyuyorsun sen. ben biliyorum senin ne olduğunu. ben mi? senin rüyamda gördüm diye anlattığın hayallerinim.

ışığını, karanlığını, kapattığı gözlerini, kanatlarını, şarkısını, gölgelerini, böceğini aldı ve saklandı işte. inanmak üzereyim uyuduğuna kız! ikna oldum aslı olmayan rüyalarına. beni sorma sen artık, yaşa işte, inandım ben sana.

22 Kasım 2011

dancing with myself

14.04.2011 marsilya, fransa
Dancing With Myself by Nouvelle Vague on Grooveshark


aaa.
tokyo ya da londra.
                                                                           mavi su; beyaza kaçan dalga, maviye kaçan ufuk.
                                       kaçıp saklanan kum.
                                                                        göremez mi sandınız, ha?
     uzakta ama bir umut var ona dair.
                                                                                 9! umudunuzun sayısı, bir o kadar çaresizsiniz.
                                             öper mi sandınız sizi?
nasıl bir yanılgıdır sizdeki, komik!
                    yalnız o, dansedenkız adı.
                                                           dalgaları kıskandıran beyazı ve utandıran tüm siyahları, saçları.
dansedenkız. kendiyle. içkiyle. kalabalıkla. kahkahayla.
                              tokyo ya da londra.
iç, düşünmek için zamanın olsun kız.
                                                                 sol kolunu kıvır narince, bak suya. gör.
                                                     alkışlarımızı onun için.
                                                                                        ellerini yumruk yap.
yeter adımların suyun içinde. ne kaybol ne de kork.
                                                                       dans edemez mi sandınız? "gülmüştür belki."
                                          tokyo ya da londra! bir daha dinle hemen.
            sağ kolun düz olsun. dans bu.
                                                                                 dünyanın geri kalanı da görebilsin denize yaklaş.
heyecanlandın mı deniz sen de?
                                                  dans eder o, kendiyle. dansedenkız o.
    yer, zaman, durum bilmez o.
                                                   mutluluk mu hüzün mü bilemezsiniz.
                                                                                yarışmaya kalkışmayın.
arkasını döner size.
                  adım atmakla yaklaşılmaz ona.
                                                                                         yalvarsanız dönmez yüzünü.
yalnız dans eder.
                    ispatlamak zorunda değildir hiçbir şeyi, hiçbir şeye, hiçbir kimseye, hiçbir zaman.
                                                                              yalnız güler. elinizi atsanız ulaşamazsınız.
                                                                                            kıskanırsınız!
                                    sizinle dans eder mi sandınız?
                                                        küstahtır, denizin içine bakar, elini tutmaz.
            deniz küfrederek sever onu.
boş mu bakmakta sizin gözleriniz?
                                                                                       biterse şarkı hemen tekrar oynatır.
dans eder, dnsa eder, dsan eder, dasn eder, dnas eder, dsna eder, dans eder.
                                 tekrar hayran olursunuz. gizleyemezsiniz.
        alkışlar!
                                                 her bir figürü öldürebilir sizi.
bir şansı olsaydı ama isterdi...
londra ya da tokyo.
                                                                                                                         korktunuz mu?

14 Kasım 2011

duygu

20.05.2011 paris, fransa
1. saçların nasıl da özensiz salınmış havaya. koşarak geldin belki; bir aynaya bakacak zamanın bile olmadı. dalgalanmakla düz kalmak arasında gidip geldin hep. karar verememekten değil; kontrol edememekten kaynaklandı çoğu zaman da bu. kısa kestirince kurtulacağını sandın, yanıldın. hayatın boyunca yaptığın çoğu seçiminde yanıldın.

2. saçlarını, tokalarla bu denli kontrol etmeye çalışman o kadar doğal ki. alışmış saçların bu duruma, çünkü biliyorlar ki sadece onları değil her şeyi kontrolün altına almak istiyorsun. sen! bulunduğun ortamın tek hakimi! bu sebepten yanılmıyorsam, fotoğrafın başrol oyuncusundan daha fazla yer kaplaman. neler var çantanda? kendine bağladıkların için anahtarlar, yenileri için de zincirler mi? peki bu denli korkutucu olman seni hiç mi ürkütmüyor? arkana dönüp yüzüme bakacaksın diye çok korkuyorum şimdi. senden korkmayan var mı? bak bir tutam saç gözlüklerinin hapsinden kurtulmuş; özgürlüğe kanatlanmış. tutup keser misin onları? tombul yanaklarınla rüyalarıma girer misin rem uykusunu bulamayan gecelerimde?

3. bu alışmışlığın biraz tüyler ürpertici. yüzüne karşı konuştuğum için oldukça rahatım. daha önce bu ve bunun gibi onlarca olay gördün. sen bilirsin… biraz buğulusun, olsun sen hep arka planda kalan ama her şeyi bilen adamsın. bu seni rahatsız etmez.

4. kel ve bıyıklı olmak üzerine oturup konuşmak isterdim seninle. bir de gözlüklerin var. öğretmen misin? alt dudağının aldığı şekil bir saat boyunca bir şeyler anlattıktan sonra seni anlamayan öğrencilerine bakarkenki haline benzemiş gibi. sen aslında hep anlattın. arka planda kalan adamın aksine bildiklerini hep paylaştın ama seni dinlemediler. sen hep “ben demiştim”, “daha kaç kez uyarmam gerekecek”, “bunun böyle olacağı belliydi”, “laftan anlamazlar ki”, “söyleye söyleye dilimde tüy bitti” ve en sonunda “ne halleri varsa görsünler” adamı oldun. ancak geri de kalamadın olaylardan. baktın ki sana kulak veren yok -ki olsa da dediklerine uygun hareket eden yok- sen de izleyici oldun sonunda. şimdi sessizsin. içinden mi konuşuyorsun ha? söylesene hangi cümleyi kuruyorsun şimdi? “yazıklar olsun” mu?

6. bunu izleyemeyecek kadar küçüksün daha. kepçe mi senin kulakların? dalga geçiyorlar mı arkadaşların bununla? bununla yaşamayı öğrendin mi? öğrenmelisin. bak, insanlar nelerle yaşamayı öğreniyorlar. hepsinin kalbi sızlıyor. dizlerinin bağı çözülecek şimdi, yığılıp kalacaklar oldukları yere. sen bu yaşta şahitsin hepsine. tam olarak üzülmenin anlamını bilmiyorsun henüz. merak etme, öğrenmek için bolca vaktin olacak. sen istemesen de zorla öğretecekler sana. oysa dünyaya gelirken ne de umutla ağlıyordun ebenin elinde. sen ağladıkça gülen insanlar vardı etrafında. şimdi ise herkes ağlamakta. alışacaksın, alışamazsan yaşayamazsın.

7. en metanetli sensin. senin içinde korkudan çok nefret ve intikam duyguları var. isyanın eşiğindesin. bir adım daha atsan, bir volkan gibi patlayacaksın. biliyorsun ki burası ne yeri ne de zamanı. bunu kavrayıp kendini kontrol edebilecek kadar büyük, ağlayacak kadar küçüksün. belki gözükmüyor ama ağladığını hissetmek zor olmadı. seni yalnız bırakıyorum. başrolün üzerine o kadar gitme yalnız. bırak yaşasın acısını, sevincini!

5. senin hakkında konuşamayacağım başrol. kıyamadım seni anlatmaya. ama ne olur ağlama. ağlama.

10 Ekim 2011

farket

27.09.2011 istanbul, türkiye
-ben bu denli çaba gösterirken ayrıntılardan kaçmak için, sen niçin beni bu karmaşıklığa sürüklemektesin?
-ben unuttuklarını hatırlatanım. yoksa beni de mi unuttun?
-seni unutmadım, sen aklımdasın. sen benim en büyük ladesimsin.
-ürkekliğin, yaklaşma korkun...
-ya senin cümlelerden çaldığın kelimelerin?
-cebimde hepsi, çabalıyorum.
-yine konuyu değiştirdik. cevaplamadın hala, neden bu karmaşanın içindeyiz?
-görmekten bu denli rahatsız olduğun kısım neresi?
-o bina örneğin, bak, şu köşedeki. alt köşedeki. seni korkutmuyor mu allah aşkına?
-başka?
-devasa köprü mesela. işçi işte, sanki evindeki kapının arkasına asmış ceketini. rahat gökyüzünde yürürken, ürpertici derecede kayıtsız o dev köprüye. minareden habersiz.
-hala anlamış değilim. sinirlisin, neden?
-bir elini yaslamış yağlı tahtaya. bak seni umursuyor mu?
-bilmem.
-affet beni, anlatamıyorum her zamanki gibi.
-ya da ben anlamıyorum her zamanki gibi.
-rahatsızlığım ve korkularım ne anlatılabilecek ne de anlaşılabilecek cinsten.
-peki o, ufacık da olsa kendini sunan deniz, boğaz?
-ah! sen! beni kandırmayı hep başardın zaten.
-sonunda bir gülümseme yarattım ya yüzünde, tanrı mıyım dersin?
-tek bir kul yeter tanrı olmak için.
-unutmamalıyım bu sözü.

12 Temmuz 2011

u_mutsuzluk

28.06.2011 roma, italya
küfürler savuruyorsundur şimdi sen. haksız da değilsin. krallığının yıkılmış olması ihtimal dahilinde. beyazlar giymiş gelinin aksine karalar bağlamışsındır şimdi. beyaz balonlara bakıp, siyah balonlar salmışsındır gökyüzüne. beyazdan bahsetmişken, dikkat edebildin mi, gelin siyah! peki neden gelinlik beyaz? siyah insanlar bile beyaz gelinlik giyerler. kendini kötü hissetmesi için gelinin, son kozun bu muydu? elinden geleni ardında koymadın değil mi? yoksa ne mutsuzluğun ne de umutsuzluğun zerre parçası yoktu bu fotoğrafta. korkulur senden. daha mutlu olamazlardı şimdi, mutluluğun fotoğrafını çekmişken o, illa burnunu sokacaksın kareye. çok fazla kavga etmeyelim seninle. siyah, mavi ve beyaz çok yakışmışlar birbirlerine. mutluluklarını dile defol git buradan. zaten tüm dünya bulanık, sade onlar net. bu netlik de yetmedi mi mutluluğa ve umuda?

6 Temmuz 2011

modern adımlarla

25.05.2011 paris, fransa
“en son ne zaman yüzdü plastik ördeğin,
köpüklerin içinde kendini görünmez sanırken?
benim kurşun askerim yaralı pencere önünde,
oynamayı bıraktı pilli robotlara yenilince.”

ihtişamına tapmaktan başka çaren kalmaz bazen. saygı duyarsın ona ve onu yapana. camdan kuleler inşa ederler. şeffaflık, bir müzikaldir onlar için; sahneye çıkıp oynanması gereken, tüm gerçekçiliği ile izleyeni büyülemesi beklenen, abartı yanları ise gösteri dünyasının şaşaalı havasının ardına saklanıp, takdir edilesi bulunmaya zorlanan.

“en son ne zaman taç yaptın çiçeklerden,
patikalarda dolanır kendini prenses sanırken?
güzel dudaklarına gülüşler zımbala,
ben kalbimin üstüne bir çiçek dikerim.”

iç içe geçmiş sanallığın yansımaymış gibi gözlerimizi boyamasına da mı ses çıkarmayalım? ya şeffaflığınızın yegane simgesi camın hemen ardındaki tahtalar? gözlerimizi mi yumalım? ışığı kandırıp koynuna alan mavi tonunu kalleşçe kullanmanıza da ses çıkarmayız. uslu insanlar olmalıyız.
“sonra da dans edelim,
modern adımlarla.”

alıntı kaynakları: Redd, Modern Adımlarla, 21, 2009 http://bit.ly/iJAiqq

31 Mayıs 2011

müzik

21.05.2011 paris, fransa
müziğin olduğu yerde kelimeleri konuşturmak çok zor. belki ufak bir soru ve cevap:

-bana zevkin, inancın, emeğin, odaklanmanın ve neşenin fotoğrafını çekebilir misin nildenb?

-çekerim.

30 Mayıs 2011

sen sen ışık köprü

16.05.2011 paris, fransa
merhaba hanımefendi. size de merhabalar bayım. ürkütmek istemedim, rahatsız etmek hiç.. nokta unutulmaz, bilinerek eksik bırakılır. bu, dikkat çekme ve farklı olma çabasından kaynaklanır. konuyu dağıtmayalım. arkanızdaki güneşin benden farkı yok. aşkınızı kıskanmış belli ki; dikkat çekmeye, aranıza girmeye çalışıyor.

güzel bir hikayesi var üstünde olduğunuz köprünün. size benzeyen birçok aşık, bu köprü üstünde sevişti; o güneş sizin gibi onlarcasının arasına girdi.

ufak bir kavga bu; sizinle alakasız, ilgisiz! sizden bağımsız. güneşle köprü boğaz boğaza. siz sevin.

1 Mayıs 2011

kişilik

16.04.2011 cannes, fransa
2,1: yalnız. kendi krallığında kral, şatoda tek başına.
1,2: hevesli. sonunu bilemediği için karamsar, çekingen.
2,2: korkak. meraklı ama korkak, biraz da yalancı.
1,1: neşeli. diğerleri kıskanmakta onu.

1.5,3: izleyici.

30 Nisan 2011

özlemek

16.04.2011 cannes, fransa
-mademoiselle!


kadın bir an dönmek ister ama kendine seslenildiğinden emin olamaz, utanır biraz da. tekrar eder ses:


-mademoiselle! tu me manques...


kadın duraksar bu kez. tüm cesaretini toplar ve çevirir başını. yüzünü körfeze dönmüş beyaz fötr şapkalı bir adam oturmaktadır bankta. yaklaşıp sessizce; dokunmak ister omzuna ve sormak ister bana mı seslendiniz diye. özlemiştir bu sözcükleri duymayı öyle ki bir yabancı bile yetecektir ona. belki tanışabiliriz diye düşünür. sonra bu kadar çaresiz olduğu için kızar kendine.


tüm bu olanlar sadece birkaç saniyeyi yutmuştur zamanda. küçük bir an işte! kalbi güp güp atmaya başlar. iş bu karede görülen an vazgeçtiği ve yoluna devam ettiği andır. kalbi yerinden çıkacak gibi, elleri titrek, ayakları güçsüz, gözleri dolu, kızgın, kırgın, bıkkın...


dokunmayın;
dokunursanız ağlar.

10 Nisan 2011

gerçekler

02.04.2011 amsterdam, hollanda
sizden bahsetmek anlamsız. belki birkaç küçük kanıt var insan olduğunuza dair ancak yeterli değil hiçbiri; bu fotoğrafı oluşturmak için belirip, ardından yok olan görüntülerden ibaret olduğunuz fikrinden vazgeçirmek için beni. oraya ait olmadığınızı kanıtlamak için öne sürülen tüm argümanlar, kabul edilemeyecek kadar zayıf belki, ancak bu görüntü insan eliyle yaratılamayacak kadar özel. bu sebepten inanmak zor size. bahsinizi kapamak en iyisi.


duygularınızı konuşmak istemiştim satırlara başlarken ama yapamadım. var olup olmadığınızı ya da daha da öze inersek, bunu isteyip istemediğinizi ve_ve_ve en önemlisi bunu yapmaya zorlanıp zorlanmadığınızı düşünmek yordu beni.


bir çeşit büyü olmalı bu fotoğrafta, yakalayamadığım bir ayrıntı...

2 Nisan 2011

hayal kahverengi

19.03.2011 paris, fransa
-sen hiç hayal kurmaz mısın ivanoviç?
-bazen gezintiye çıkarız, ruhum ve ben, olduğumuz yerden uzaklara.
-hiç korktunuz mu peki, kaybolmaktan, kaybetmekten?
-elbette ki olmuştur. ancak merak ettim, niçin soruyorsun bunları anushka?
-hayallerinizi değiştirdiniz mi peki ulaşamadığınızda? mutsuz olmamak için ikiniz, sessiz bir anlaşma yaptınız mı aranızda; kimsenin bilmediği?
-bazen o yoldan yürüdüğümüzde susuyoruz ikimiz de. sanki bizim olmayan, başkasına ait olan, bizim olmadığı için dokunamadığımız, sahiplenemediğimiz, sahiplenmekten utandığımız bir şeye ulaşmaya çalışıp da vazgeçiyoruz.
-nasıl bir yol?
-hayallerimi sözcükleri kullanarak anlatmaya çalışırsam onlara ihanet etmiş olurum.
-peki sizden başkası var mı orada?
-var, başka dünyalardan gelmişler, kendi hayallerini yaşıyorlar. ve sanki bizi görmüyorlar. sanki,
-evet?
-sanki yalnızlar.
-yalnız olduklarını mı sanıyorlar yoksa öyle düşünmek mi istiyorlar?
-sanıyorum ilki.
-bu çok farklı, çok ilginç.
-haklısın.
-bu denli yok sayabilmek etrafındakileri ancak gerçekle hayali karıştırdığın durumlarda ortaya çıkar.
-bırakalım böyle kalsın. sen de çok iyi bilirsin ki salt gerçeklik ya da hayal, ölüme uzanır.

21 Mart 2011

metro paris

18.03.2011 paris, fransa
hiçbiriniz fark etmiyorsunuz deklanşöre basıldığını. olmayan bir trene, olmayan bir zamanda binecek ve gideceksiniz. yalnızca sizi izleyen göz fark ediyor belli belirsiz olduğunu vagonların. boşluğa adım attığınızı sadece o görebiliyor. kesilen biletlerinize güveniyorsunuz, rahatsınız; sizi götürecek olan demir yığını elbet gelecek, mutlak gelecek. cennete giden trenin tek yolcusu olmadığınız için kıskanacaksınız belki biraz ama paylaşmayı kafanıza vura vura öğreten toplu yaşam kurallarına çoktan boyun eğmişsiniz, susacaksınız. bir fotoğraf makinasının içine gizleniyor bu anda, yolculuğunuzun aslında var olmadığının ispatı. siz! kandırılmış olduklarından habersiz insanların mutluluğunu tadıyorsunuz sadece. suçlamak anlamsız sizi. çünkü beyniniz, gözlerinizin ona ilettiğini değil, görmek istediğini görür yalnızca. şartlanmış bilinçlerinizi kontrol edemediğiniz için mahkum edilemeyecek kadar saf ve temizsiniz. kendinizi güvende hissetmeniz için de birer bilet tutuşturulmuş ellerinize; yolculuk sonuna kadar saklamak zorunda olduğunuz.

ama içinizden sadece biriniz bile bakabilseydi, tekiniz, yalnızca bir taneniz, sizi fotoğrafa aktaran ışığa, belki çok daha farklı olurdu yaşamlarınız.