12 Aralık 2012

sahipsiz

22.11.2012 istanbul, türkiye

dünya dışı varlıkların ilk ziyaretleri bu. aslı toprak, dönüşümü beton dünyanın zeminine ilk ayak basış... ne ve kim ile olduğu belirsiz bir iletişim çabası. gözleri, ağızları, kulakları yok, sadece ayakları var. hemen yerkürenin merkezinden yayılan ışık karşılıyor onları.

dünyanın kumunu, çimentosunu, suyunu alıp karıştırıp üretilen betonla yine dünyanın dış kabuğunu kaplamak hangi akıllının fikriydi ha? yağmur yağınca yayılan toprak kokusunu yok etmek bununla da yetinmeyip çocukları bu betonların üzerine salmak kimin akıl tutulmasının sonucuydu?

şimdi geldiler gökyüzünden. insan olmadıklarını anladığı anda kucağını açıverdi dünya. bizden ölesiye sıkılmıştı zira. kaçacak delik arıyordu insanoğlunu görünce. onlar gelince yabancı şefkatiyle, kalkanlarını indiriverdi işte.

merkezindeki ışığı doğruca onlara yöneltti. hiçbir duyu organı olmayan yabancılar toprağın ışığına ayakbastılar.

dünyanın insan dışı varlıklara sarılıp bizden kurtulma çabasıdır bu. içindekileri heyecanla anlatmıştır onlara. yapılan işkenceleri, özensizliği, umarsızlığı şikâyet etmiştir. kurtarılmak için yalvarmıştır. bırakın yüzlerini ayaklarından başka hiçbir yerleri görünmeyen bu varlıklara sarılmıştır sımsıkı. bizim zorla yerin dibine gömdüğümüz ışığının ufak bir yansımasıdır bu çaba. merhametsizliğimizin ispatıdır.

kişi ayırt etmeksizin ışığını sunar mavi gezegen yabancılara.

insan ancak elindekileri yitirince harekete geçer ya da ebedi uyku işte.

16 Haziran 2012

iyi kız

25.11.2011 istanbul, türkiye
100 Ways to Be a Good Girl by Skunk Anansie on Grooveshark

benim savaşım lunaparkta.
sesini aç.
kalp kırıkları dolu her alan, adımların altında kalan. şiddetimi ve gücümü sakladım, çocuk gibi düşün; bak aynanın arkasına.
sesini aç.
yalnızlığım: yarım kalan yüzüm, biraz da sarı siyah saçlarım. yansımalar, yanılsamaların yalanlarının ortaya saçılmış hali. he-ce-le okurken.
sesini aç,
beni daha iyi duymak için. utanma yok 1/25 saniyede.


bitecek izin verirsen savaşım, lunapark o eski sessizliğine kavuşacak. kırıkları toplayacaklar. düşünebilirsen istediğim gibi, benim yoluma düşersin ardımdan. altıncı tekrardan sonra çocukluk biter. büyüklerin lunaparkları hep hüzünlüdür! yalnızlığım yaşlı kadınların lunaparktaki yansımaları olur. yanılsamaların yalanları toplanır hemen ki dünya görsün güzel, özgür, sinirli, güzel, özgür ve gizli. he-ce-le şimdi bir kez daha: güz-el, özg-ür, sin-irl-i, güz-el, özg-ür ve gi-zli!
sesini aç,
1/25'te olup biter her şey.

11 Haziran 2012

zaman

16.04.2011 cannes, fransa

Ciglik Cigliga by Birsen Tezer on Grooveshark

-den beri aynı anda farklı zamanları gösteriyor saatler.
her kişinin farklıdır "-den beri" nin önüne ekledikleri. bu çeşitlilik insanı çıldırtır, akıl almazdır.

bir an olsun, korkmadan akışına bırakmaktan,
                                                                                    sadece dinlediğinde etraftaki sesleri insan,
                                                                                    dinlese,
                                                                                    konuşmadan,
                                                                                    kıpırdamadan,
                                                                                    terleyip sıcaktan, sırılsıklam olsa da kıpırdamasa,
                                                                                                                                        put gibi,
                                                                                                                            tanrısını unutmuş
                                                                                                                                    imanlı gibi,
                                                                                                                                          şaşkın,
                                                                                                    duyacak kimsenin duymadığı sesleri.

bu aydınlanma, dokunurken birbirine aynı duvarın üzerinde, farklı zamanları gösteren saatlerin aşka getirdiği yepyeni bir yorumun yansıması olur işte. farkında değildir belki kişi ama "-den beri" lerin şekillendirdiği bu çirkin hayat ancak dinleyerek çekilebilir bir haldedir.

gökyüzü

18.04.2011 nice, fransa
Eylül Akşamı by Bülent Ortaçgil & Teoman on Grooveshark

hiç sırası mı şimdi romantizmin? güneşin kendini büyük görme zamanı gelmişken böylesine toz pembe bir hayatın hayalini kurmak zor değil mi? bir şarkıyı tekrar tekrar dinlemek, sözlerini ezberlemek ve sanatçıyla aynı tonlarda söylemeye çalışmak ve bu esnada kimsenin sizi görmemesini dilemek... nedir sizin derdiniz kuzum? sokaklarını adımlarken şehrin hep yere bakıp, yürümekten zevk almadan; onu bir görev olarak görüp gideceğin yere ulaşmaya çalışmak dururken neden baktınız gökyüzüne? çizgilere basmadan yürüyüp ufak mutluluklar yaratılabilirdi oysa. küçük şehirli mutlulukları neyinize yetmedi? sıradanlığınızı neden sevmediniz? çıldıracağım, niçin başınızı kaldırıp maviyi gördünüz? cevap verin bana. hemen şimdi. tehditkarım, istekliyim, sinirliyim; yalvarırım söyleyin. nedir bu binaların arasında mavi ile topladığınız? siz hangi çağın uslanmaz romantiğisiniz?

neon lambaları hiç sevmemiş bu binalar. daha mutlu ve daha sıradan olabilmemiz için bizim gibi insanları kahraman olmaya davet eden ışıklı reklamlardan uzak kalmayı başarmış. içimizden birine bir miktar para verip, siz de onun gibi olabilirsiniz diye gözümüzü boyamaya çalışan kampanyalardan haberi bile yoktur. bu sebepten tek ışık kaynağı güneş, tek eğlencesi onu farklı açılarda yansıtmaktır.

hadi söyleyin gördükleriniz bunlar değil mi? başınızı kaldırıp gökyüzüne baktınız tam da o sokakların kesiştiği kavşaktan geçerken. güneş tam da olmasını istediğiniz noktadaydı. bulutlar o gün sizi çok sevmiş, gülümseyerek uzaklaşmıştı kareden. bir romantizm rüzgarı esmişti, hafif... o anda dünya üzerinde başka hiç kimsenin hissedemeyeceği duyguları hissetmiştiniz. değil mi?

artı işaretini yakaladınız, topladınız tüm gökyüzünü avucunuzda, ha? kavşağa bir öpücük kondurup uzaklaştınız sonra.

6 Mayıs 2012

müzisyen

06.08.2010 gökçeada, türkiye
eh birazcık da öz saygımızı sarsmasaydınız, biraz şans tanısaydınız bize. belki sizinki kadar olmazdı ama elimizden geldiğince yanaşırdık ışığa ama haklısınız, zaten tüm hayranlığı üzerinizde toplamanız, bu mağrur duruşunuzu açıklıyor. kıskandığımız için değil, sadece yarın daha çok sevilmek istiyoruz. bugün inanın umurumuzda değil. tüm derdimiz yarının daha iyi olması. yarınlar için çalışmamızın da tek gayesi bu. ah biliyorum ardınızda asılı duran hoş çerçeveli tabloya, parmaklarınızın üzerinde gezindiği ve nazik dokunuşlarınızın can verdiği akordiyona, o adamı hatırlatan kasketinize, zamanın izlerini üstünde taşıyan duvara ve en önemlisi de ışığınıza biraz haksızlık etmekteyim. affedin ne olur. bizim kendi kendimize çözemediğimiz çok sorunumuz var. sevilmek için yaptığımız sahtekarlıklar dağlar kadar. bu sebepten imrenerek bakıyoruz sarı ışığa. iç çelişkilerimizi size yansıtmadan tuttuğumuz alkış müziğinize değil -ki kulaklarımız o anda saf dışı- duruşunuza, tavrınıza, kibrinize. artık sizi daha fazla rahatsız etmenin bir anlamı yok. bir günah yükleyip sırtınıza, ulaşamadıklarımızı bugünün suçu ilan edip uzaklaşırız sık adımlarla. kimse birbiriyle konuşmak istemez böyle zamanlarda. ancak bilin, size çırpılan her elin yaptığı aslında sizin yerinizde olabilmek için tırnaklarla toprağı kazmaktır.

siyah babetler

09.08.2010 gökçeada, türkiye
üç bin yıl sonra ayak izlerimize bakıp kaç numara ayakkabı giydiğimizi, boyumuzu, kilomuzu tahmin etmek gibi bir eyleme kalkışmayacakları için biraz üzüntü duymak çok da acınası olmamalı. vahşet dolu ve hatırlamak istemediğimiz görüntüleri hafızalardan silip geleceğe sadece güzelliklerimizi miras bıraktığımızda, içinde bulunduğumuz kandırmaca koca bir yalana dönüşecek. iş bu halde acınası durumumuz geleceğe bahşettiklerimizin karmaşık bir yansımasından ibaret. yansımaların nasıl şekilleneceğine ilişkin gerçekçi tahminlerde bulunamamak da acizliğimizin son noktası. bu nedenle ihtişamlı dünyamıza dair ipuçlarımız ayak izinden ibaret olsa diye dua etmemiz kaçınılmaz sonumuzu engellemek için tek şansımız gibi gözükmekte.

silinip gidecek olan her cisim gibi siyah babetler de. ayakların bıraktığı izlere biraz daha özen gösterilse daha iyi olmaz mıydı? tahmin edilemeyecek bir şey varsa o da siyah babetlerin içindeki ayakların ten rengi. bu rengin bıraktığı izleri beton blokların arasında arayacaklar. hollywood'daki izlerle karşılaştırıp türümüze dair minik bilgiler edinecekler. teorinin altında yatan temel düşüncenin insanlığın sahip olduğu tüm bilgi birikiminin nuh tufanı benzeri bir olayla yok olacağına dayandığını da belirtmeden geçmek büyük bir eksiklik olur. o gün geldiğinde bizim göstermediğimiz özeni, 'vah vah'larla anacaklar.

belli belirsiz siyah babetli ayaklar tarihe not düşemeyecek belki ve bu duruma saydamlığının sebep olduğunu öne süren düşüncesizler bulunacak; bu haldeyken bile betondan duvarların ve dolayısıyla modernizmin modern bir eleştirisi olarak sergilenirse, göz yaşlarımız en büyük mirasımız olacaktır.

10 Nisan 2012

buluşma

20.02.2012 istiklal caddesi, istanbul, türkiye
20.02.2012 istiklal caddesi, istanbul, türkiye
sen, kadın! evden çıktıktan sonra bir heyecanla geri dönüp aynaya bakmışsındır belki son kez. yaşlanmadığının belirtisi: dalga dalga, kabarık, genç saçların!
gülerken belirsizleşen dudaklarına iltifatlar yağdıracak, biliyorsun.
o denli alışıksın ki sözlerine, hepsi ezberinde.
bir daha duymak istiyorsun, yalan da olsa, sahte de olsa, bir daha duymak için yanıp tutuşuyorsun.
inanıyorsun gerçek olmayana; ondan duyduğun sürece.
buluşmak için sözleştiğinizde yıllar sonra, ilk aklına gelen iltifatları oldu bu sebepten.
ona dair hatırladığın tüm güzel şeylerin önde gideniydi güzel sözleri, o zamanlar gözlüğe ihtiyacı olmayan, nefes keseci gözleriyle desteklenmiş.
nefes almayı unuttuğunu hatırladın telefonu kapatırken. buluşma gününü iple çektin. bu yüzdendir yıllarca yük üstüne yük bindirdiğin bacaklarına acımadın. koşar adım geldin istiklal'e, uçarcasına geçtin ara sokağı. yumuşakça yaklaştın ona. ellerini tutup, sarılıp öpmek yerine yaklaştın usulca. gülmek istedin, bu liseli utangaç halini kimse göremesin diye de karanlığa sığınıp gizledin yüzünü.

erkek! ağırbaşlı oluşun yılların sana bir armağanı mı yoksa çaresizliğinin asli kanıtı mı bilinmez ancak çoktan vazgeçmen gereken şapkan hala başında olduğuna göre yıllara ilgili bir sorunun yok. anlaşılan yaşlanmak zihnini gençleştirmiş. o eski asi, mutsuz, isyankar halinden eser yok. mutluluğun tanımını yaptın yapacaksın. anlaşılan onun kadar heyecanlanmayı becerememişsin. çok istekli olmaman, yıllar önce bir başkası için terkedilmiş olmanın içinde bıraktığı uktenin bir yansıması. inkitam almış olsaydın, sana geri döndüğünde birkaç ay sonra, onu cezalandırıp -belki af bile edebilirdin- şimdi daha mutsuz olacaktın. bugünkü umursamaz mutlu tavrın, kötünün de kötüsüyle karşılaştığında üzülmeyecek olman, evvel zamanda çekilmiş acıların kazançları. çok umutlandırmamaya çalıştın telefonda ama başaramamış olmalısın ki onun sesindeki titremeyi hissetmen zor olmadı. alaycı gülüşünü daha iyi görebilelim diye poz vermektesin şimdi. seni haksız kılamıyorum bir türlü. iltifat edeceksin belli belirsiz, inanmadan, nezaket icabı. beyefendiliğin, yüreğinin elverdiği ölçüde üstüne düşeni yapmanı sağlayacak.

bir yemek yiyeceksiniz ikinizin ayaklarının da ezbere bildiği mekanlardan birinde.
torunlarınızdan bahsedeceksiniz.
ayrılışınızdan söz etmeyeceksiniz, sözleşmiş gibi.
hayatınıza girip çıkan genç yaşlı sevgilileri hiç övmeden -ayıp olmasın diye- alaycı bir naiflikle anlatacaksınız.
ortak arkadaşlarınızın bahsi geçecek.
marmaris ve kuşadası'nı öveceksiniz; gençleri anlayamadığınızdan yakınıp, geçmişteki arka mahalle kaçamaklarınızı yok sayacak sonra da zamanın ahlaksızlığından dem vuracaksınız.
bir ara ölen eşlerinizi düşünüp onların yerine birbirinizi koyacaksınız içinizden, sonra gülüp geçeceksiniz. belki ayrı ayrı dakikalarda olacak ama mutlaka olacak.
sonra birer kahve daha içip kalkacaksınız, eve vardığınızda torunlarınızın yüzüne bakarken yanaklarınız kızaracak. utanacaksınız yaptığınızdan ama odanıza gidip kapatınca kapıyı, gizli gizli güleceksiniz.

18 Şubat 2012

kadın

31.01.2012 berlin, almanya
Uçurtmalar by Teoman on Grooveshark

garson hiç şaşırmıyor halime. alışık olmalı iki kadehle tek başına oturan insalara. bir yudum kendim için alıyorum soldaki kadehten; bir yudum da yalnızlığım alıyor sağdakinden. deli bu kadın demeyeceklerini bilsem anlatırım hikayemi soranlara. hiçbir zaman bir ağacın dalı olabileceğimi hayal edemedim. incittiğim erkeklere hep aynı bahaneleri sundum: çocukluktan kalma yara izleri... acındırdım bedenimi, ruhumu, kişiliğimi! sadece geceleri hatırladım tanrı'yı, gündüzleri ise tüm isyanların öncü askeri... aslında bir uçurtma olduğumu söylemedim kimseye. belli etmeden dinledim çocuk seslerini. olmasın dedim çocuklarım, ya bir ağaca dönüşürsem dal olmaktan korkarken? geri dönmedim hiçbir zaman. silinsin ayak izlerim kuşlar tarafından. bu yüzden ekmek kırıntılarıyla dolu geçtiğim yollar. kırdığım kalpleri uçurtmamın ipine dizdim. şimdi bu masada yalnız oturuyorum, rahatsız edici bakışlara aldanmadan. şimdiye kadar aldattığım tüm erkeklerin şerefine içiyorum.

ağlayarak sevişen kadın 

14 Şubat 2012

çoktan seçmeli renksiz hafıza

01.02.2012 jewish museum, berlin, almanya  
fotoğrafçı, aklında soru işaretleriyle taşır makinasını. dile getirmediği düşüncelerini bir karenin içine hapsediverir. sorularına cevap bulmak değildir amacı; sadece daha fazla soruya ulaşmaktır. yazan kişi ise önüne gelen her karede fotoğrafçının sorduklarına cevap arar. her bir kare bambaşka sorulara gebedir:


1. toplumsal hafızanın, bireysel hafıza ile ilişkisi var mıdır? varsa nedir? yoksa neden?

a) vardır. bireysel hafıza toplumsal hafıza için bir ayna görevi üstlenmektedir. toplumsal hafıza çok zayıftır; bireylere düşen görev, zaman zaman uyarıcı etmenler vasıtasıyla toplumsal hafızayı canlı tutmaktır.

b) vardır. toplumsal hafıza devlet, medya, sivil toplum vb. etmenlerle her zaman canlı tutulur. gündem değişse bile alt mesajlar her zaman bireysel hafızaya etki eder.

c) yoktur. bireylerin toplumsal konularda bir araya geldiklerinde ortaya koydukları fikirler ve düşünceler yalnız kaldıklarında yabana atılamayacak bir değişim göstermektedir. bireysel hafıza toplumsal hafızayı oluştursa bile, bireylerle, o bireylerin oluşturduğu toplumun hafızaları büyük farklılıklar içermektedir.

d) yoktur. her bireyin yaşanılanları kendi hafızasına kaydetme şekli farklıdır. bu sebepten kayıt altına alınan bilgiler fazlasıyla öznellik taşımaktadır. böyle bir durumda bir toplumun ortak bir hafıza oluşturması söz konusu bile edilemez.

e) ?

2. bireylerin akıl ve mantığa aykırı bir önermeyi kabul etmesinde toplumsal davranışların / kararların etkisi var mıdır?

a) vardır. 1953 yılında gerçekleştirilen asch deneyinde bireylerin %32'si cevabını net bir şekilde bildikleri bir soruya, içinde bulundukları gruptan (rol yapan) etkilenerek yanlış cevap vermiştir. bu göstermektedir ki mutlak doğru, bireylerin toplumdan dışlanmama adına boyun eğme amacıyla kabul ettikleri fikir / düşüncedir.

b) 20. yy. bireyselliğin tarih boyunca hiç olmadığı kadar öne çıktığı bir zaman dilimidir. modern toplumlar bireylerin fikirleri ile oluşur. bağımsız düşüncelerin demokrasilerde bu denli çatışma çıkarmasının yönetim sürecinde büyük zorluklar yaratması bunun ispatıdır. kişi toplumdan kopmak üzeredir. böyle bir süreçte bir etkiden bahsedilemez.

c) iletişim araçlarına ve bilgiye ulaşımın hiç olmadığı kadar kolay olduğu ve bireysel özgürlüklerin toplumsal çıkarlardan daha fazla öne çıktığı bir ortamda akla ve mantığa aykırı hiçbir düşünce bireylerin zihinlerinde yer edemez.

d) önerme ilgisizdir. bireyler, insanlık tarihi boyunca kendilerine lider aramışlardır. liderler toplumu yönlendirmek için toplum tarafından seçilirler. demokrasi bunu için var edilmiştir. demokrasi kişinin kendini biçimlendirmesi için lider arayışına girmesi sonucunda bulunan uydurma bir kılıftır. toplum için lider karar verici ve doğru söyleyendir. lider, akla ve mantığa aykırı veya değil, önermeler üretir; birey de toplumun içinde eriyerek bunları kabullenir; kabullenmek ister. kişi kendi kendini buna mecbur kılar. bu durum da sadece bir ihtiyaç olduğu için yargılanamaz. bu nedenle böyle bir etkiden bahsetmek anlamsızdır.

e) ?

3. bir müzenin bireysel ve toplumsal hafızayı canlı tutabilmesi için gerek ve yeter şartlar nelerdir?

a) konunun toplum tarafından kabul görmüş olması yeterlidir. böyle bir konunun tek eksiği müze tabelasıdır.

b) müze binası tasarımının amaçla bütünleşmiş olması, kullanılan imgelerin bireyin bilinçaltına yönelik mesajlar içermesi, anlatımın kırıcı olmaktan ziyade acındırıcı olması en önemli şartlardır.

c) eserlerin sergileniş biçimi mesaj kaygısı taşımamalı; sadece var olan gerçekleri aktarmalıdır. yöntemsel yönlendirmeler bireyin sorgulamasına yol açar. bir müze sorgulatmamalı; hatırlatmalıdır.

d) müze içerisinde bireylerin birbirleriyle etkileşime girmeleri için zemin hazırlanmalıdır. kişi yanında konuşana inanmayı, her zaman okuduğuna veya gördüğüne inanmaya tercih eder.

e) ?

2 Şubat 2012

aşk hasankeyf

23.08.2008 hasankeyf, batman, türkiye
A Csitári Hegyek Alatt by Oi Va Voi on Grooveshark


a: biraz gitse artık olmaz mı?
b: olmaz, burada kalmak zorunda. akmaya devam etmeli. hiçbir el durdurmamalı. ben gözyaşlarımla besledim  onu. biraz kuruyacak gibi olursa yine ağlarım yine akar.
a: on bin yıl çok uzun bir süre. belki omuzlarına ağır yükler binmiştir. göz kapakları kapanmak üzeredir. boynu bükülmüş, saçları ağarmıştır. buradan bakınca anlaşılmaz belki ama eskimiştir paltosu. delinmiştir ayakkabısının tabanı.
b: yeni ayakkabılar alırım ben ona. artuklular kadar severim, savaşırım uğruna. eserlerine bakarım, "aah!" derim, ne de güzelsin derim. korumaz mıyım ben onu hiç! neler yaparım...
a: çok geç kaldın bunlar için. belki de bilmiyordun sonunun böyle olacağını. bu umutsuz aşkı sen soktun koynuna. şimdi koynunun sıcaklığına dayanamayıp eriyen bir mum gibi. gör işte sen ne kadar çok seversen o kadar hızlı yok olur.
b: bu mudur aşk? çok seversen yok mu edersin?
a: aşk yok etmektir.
b: aşk beslemektir.
a: aşk, aşık olduğunu hapsetmektir; güneşten sakınmaktır, vücut ısınla eritmektir demiri.
b: inkarlarımı salıyorum üzerine. boyun eğmiyorum. kabullenmiyor; isyan ediyorum.
a: bırak artık dinlensin biraz. su tutsun, suyun içinde kalsın. kurumuş toprakları ıslansın. balık olsun, yüzsün.
b: nasıl tutacağım elini ben? nasıl sarılacağım ona?
a: bencillik bu, aptallık. tarif edilemez bir hırs.
b: aşk bu.
a: ta kendisi! sadece kendin için istemek. sadece senin olsun istemek. sudan sakınıyorsun onu.
b: moğol istilasından sakındım ben onu, bir avuç suya bırakacak değilim.
a: tüm derdin bir fotoğraf karesinin bozulması değil mi?
b: bakma öyle suçluymuşum gibi. her suç işleyişimde yüzüme vuruyorsun. çok anlıyor, çok biliyorsun beni. okuyorsun adeta benliğimi. yüklesen hırslarım sereserpe uzanıveriyor senin yanında. ortalık yerde çıplak bir kadın oluyorum sen böyle olunca. salonda tek bir ışık kaynağının altında tüm hatlarım sergilenmiş gibi. herkes kırışıklarıma bakıyormuş gibi.
a: sen benim en büyük sanat eserimsin.
b: acıtıveriyorsun sonra beni. gitmesin ne olur? yalvarmamı mı istiyorsun ha? daha ne söylememi istiyorsun?
a: otur, sakin ol.
b: peki.
a: ben de seviyorum onu. değer veriyorum ona. gözlerim onu arıyor her nehirde. her şehri ona benzetiyorum. onunla kıyaslıyorum tüm olağanüstüleri. hiçbiri onun gibi değil. kimse parmağını uzatamıyor, işte bu yönde ondan daha güzeli diye ama baksana ona; yorulmuş, yaşlanmış. bembeyaz saçları. yüzündeki çizgilere baksana. kıvrımlarına baksana, birer kırışıklık artık.
b: sus ne olur.
a: ölümsüz müdür aşk?
b: öyledir ya.
a: aşkın en büyük katili aşkın taraflarıdır. sevdikçe azalır aşk. bir taraf yok oluncaya dek sürer sevmek. sen onu öyle sevdin ki on bin yıl sürdü onu öldürmen. kana bulanmış ellerini toprağa sürünce geçer mi sandın? avuçlarında gözyaşlarınla onu yaşatabilir misin sandın?
b: ben mi katletmiş olacağım onu şimdi?
a: sevdiğin ölçüde katilsin.
b: peki ya o destanlar, o akıl almaz tutkular, ya onlar? aslı ile kerem, ferhat ile şirin, leyla ile mecnun, romeo ile juliet?
a: ah! romeo, o zehir... kerem! aslı'nın suyuyla ateşi körüklenen yiğit. ferhat ile şirin uzanmışlar yan yana akan suyun sesini dinlemekteler, ölü halleriyle... ya mecnun, aşkını ruhuna almış, leylasını tanımamakta bedeni. ölümle birleşirler. aşkını öldürmeyen, sevmiş sayılmaz.
b: ...
a: ağlama. senin akıttığın her gözyaşı suyun altında kalan her bir taş için mutluluk kaynağıdır. bu aşk da diğerleri gibi ancak öldükten sonra değerlenecektir. böyledir zira doğanın kanunu. aşkın değeri ölümle ölçülür. 

19 Ocak 2012

from montparnasse

21.02.2011 paris, fransa
böylesi bir manzaranın üzerine söz söylemek terbiyesizlikten başka bir şey olmasa gerek. ancak hiçbir neden benim orada olma isteğimi haykırmama engel olabilecek kadar kuvvetli değil. her insan bazı zamanlarda başka bir yerde olmak ister. o havayı solumak, o sisin kolunda bıraktığı nemi hissetmek, o manzaraya bakmak ister; o yükseklikten, o saatte. düz uzanan yolları, birbirini kesen sokakları, genişlikleri darlıkları görmek, eyfel kulesinin ne kadar da kısa olduğunu hissetmek ister.


bu istek giderek insanı mutsuzluğa sürükler. bu sebepten yazmaktan, okumaktan vazgeçip seyretmek gerekir şimdi.

11 Ocak 2012

hayalperest

11.07.2011 venedik, italya
Hayalperest by Teoman on Grooveshark

-şu sonu belli olmayan sokakta koşabilirim mesela, tüm hızımla, tüm gücümle. damarlarım çatlayıncaya, nefesim tükeninceye kadar. kan ter içinde kalana kadar koşarım. sırtıma havlu koyarım bir daha koşarım. gece uyuduğumda karabasanları çağırır uykum, kumar oynarım ölümle. kumarbaz diyen delikanlıları bıçaklarım. beni, bu dünyada hiçbir kuvvet durduramaz. sonunu bulmak için sonsuzun, sonsuza kadar koşarım. ışığını alırım güneşin, çalarım; heykellerim var onlara yansıtırım. gölge oyunları yaratır, şaşırtırım, şımartırım. eritirim heykellerimi bir daha yaparım. kırarım, parçalarım, un ufak ederim. bir daha yaparım. eritirim, kılıç yaparım, boğazımı yaslar ve_ve_ve…  tüm bu olanlar sebebiyle ay’a haber uçsun isterim.  ay suçlansın, cezasını ben çekerim. bu sokaktaki eski bir binanın önünde soluklanırım belki. öteki kıskanmasın diye gider ona da yaslanırım. tarihi eserlere adını kazır, yakalanır, nezarete atılırım. tüm gece dayak yerim. davamdan vazgeçmem derim. budala derler, desinler. bir tokat daha yerim. belki mağara adamıyım yazıyı buluyordum derim; bir tokat daha… yeraltında alırım notlarımı, kimseye göstermem. inkar da ederim gerekirse ben yazmadım derim.  ölü evinde anıları olan insanlar bulurum, konuşurum, dinlerim. dinlerim daha çok. susmayı öğrenmem ve sürekli konuşmam bu sebeptendir. dinlemeye ihtiyacım var  daha çok dinlenilmekten. saklamaktır benim en güzel yaptığım. kıskançlığımı gizlerim. evlendirip boşatırım, başkalarının karılarını unutmaya çalışırken gökyüzü yırtılıverir diye korkup gök kuşağının altından geçmeye çalışırım. özür de dilemem adamlardan. tatsız bir olaydı derim, unutalım gitsin derim. ikna ederim onun ebedi kocası sensin derim. kandırırım, sonra kandırmalarım sanrılarıma dönüşür ve elbet tabi gerçekliğime. çelişkilerimden buket yaparım sana. kelimelerimi polise teslim ederim. imza karşılığında intihar ederim belki. sonra dirilirim ben, bu sokağa dönmek için. pembe evin altından geçerim defalarca; tavaf ederim. yaparım. üstteki ışığın yanmasını beklerim, gece olmasını. altı ay da sürse bu bekleyiş ben beklerim. bir yazarın günlüğünü bulur okurum altı ay gündüz ve gece ve gündüz. asarım kendimi bu tarihi binalara. bu nedir diye sormazlar bile. maskemi çıkarmak kimsenin aklına gelmez. tavus kuşunu kıskandırırım. tüylerimi savururum rüzgarda. yaz günlerinde edindiğim izlenimler üzerine kış notları düşerim. dudaklarım kıpkırmızı olduysa eğer hemen uysal ruhumu teslim ederim. altın çağı bulurum belki. kan ter içinde kalmışken gece yanıma sokulan karabasanlar yüzünden, altın çağın adını haykırarak uyanırım. XIV. yy. derim, sokaktan geçen herkesi çevirir anlatırım. herkesin tasdik ve kabul etmesini beklerim. ve illa gerekmekteyse, yani bu bir zorunluluksa, başka bir çıkar yol yoksa, hani en ufak bir alternatif bile kalmadıysa giderim yüz yılıma. istemem aslında çok ama bunu da yaparım. alırım ne gerekiyorsa temel yaşam için yanıma. bir de şapka takarım, şapka olmadan bir anlamı olmaz.

önce belki bir kumar masasında, sonra da petersburg‘ta bir nehir kenarında bulurum kendimi. bankta oturur yalvaran gözlerle bakarım suya. kalbimin atışları bir hızlanır bir yavaşlar. beyaz geceler’i yazanı ararım. bulursam eğer, çok konuşmak isterim…

-hayalperestsin.
-keşke.